Savrulma..

İki yıldır içinde yaşamakta olduğumuz başkanlık sisteminin Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülük, yöneticilerin vergi veren vatandaşlara “hesap verme” gerekliliğini olabildiğince sulandırması, silmesi oldu.

Dolayısıyla, ekonomide, iç politikada ya da diplomaside Türkiye’yi yönetenler neyi neden yaptıklarını anlatmaz oldular. Yapılan tüm açıklamalar “beka” kavramının şemsiyesi altına koyulan, “terör/vatan hainliği” suçlamaları ve akılda kalıcı sloganlarla bezenmiş manzumeler dizisi halini aldı.

Ekonomide mesela;

Vatandaşların vergilerinin, neden geçilmeyen yollara, köprülere, kullanılmayan havaalanlarına akıtıldığı sorulduğunda karşınıza “ticari sır” kavramı ile çıkılıyor.

Ya da “füze” konusu; Türkiye’nin “bekası” için olmazsa olmaz diye anlatılan füzelere ilişkin ihalenin neden önce Çin’e verildiği, sonra geri alındığı, daha sonra Rusya’dan neden kullanılmayan/kullanılmayacak S-400’ler alındığı anlatılmıyor vergi veren vatandaşa. Soru soranlar, meşrebine göre ya “darbeci” ya da “vatan haini” yaftasıyla “ödüllendiriliyorlar” hemen.
Anayasa’ya göre barışçı gösteri haklarını kullanan baro başkanlarının neden engellendiği, hırpalandığı, yağmur altında Ankara’ya girmekten alıkonulduğu konusunda da hiçbir ses çıkmıyor AKP iktidarından. “Anayasa bireylerin barışçı gösteri ve yürüyüş haklarını güvence altına almış” filan. Geçin bunları; Başkanlık sistemi var. Kararlardan “sual olunmuyor” ne yazık ki.

“HAMASET” İLE “EYLEM” UYUŞMAZLIĞI…

AKP’nin oluşturduğu “hükümet etme” sisteminin “hesap verilmeyen” en büyük kara deliği ise belki de dış politika.

Çoktandır hamaset dolu nutuklardan, hamaseti çıkarıp AKP hükümet yetkililerinin yakın ya da orta vadede ne hedeflediklerin, nasıl bir adım atacaklarını belirmeye çalışır olduk.

Ama aslında “imkansız bir iş” bu;

Çünkü;

“NATO’nun Libya’da ne işi var” diyenler, NATO’nun Libya operasyonunda Türkiye’yi adeta operasyonun “bayrak ülkesi” haline getirdiler.

“Mayıs sonunda Gazze’ye gideceğim” sözü, üzerinden tam 7 yıl geçmesine rağmen gerçekleşmedi. Şimdilerde İsrail Batı Şeria’yı ilhak etmeye başlıyor. AKP hükümetinden herhangi bir ses de, eylem de yok. Sorsanız “Gazze mi, neresi orası” kıvamına gelindi.

İsrail’e “one minute” dedikten sonra, ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü “İsrail’in başkenti” ilan etmesi Türkiye cenahından -birkaç hamasi nutuk dışında- seyredildi. Bitmedi; AKP yetkilileri ve yandaşların “Şam’da namaz” diye başlattıkları Suriye seferinde fiilen en büyük kazanan İsrail oldu. İBM kararlarını hiçe sayıp Suriye’ye ait Golan tepelerini ilhak eden İsrail bugünlerde orada “Trump” adını verdiği şehircikler kuruyor.  AKP hükümeti üyeleri ne Gazze’ye gitti, ne de Şam’da namaz kılabildi.

“Suriye’nin kuzeyinde barış koridoru kuracağız” diye çıkılan yolda, elimizde bir avuç cihatçı ile Mehmetçiğin birlikte tuttuğu birkaç cep kaldı. PKK terör örgütünün Suriye uzantısı PYD-YPG ise dünyada daha tanınır -ve ne yazık ki- desteklenir oldu.

İdlib deseniz; “Beka” diye sunulan M-5 karayolu kontrolü tamamen Esad rejimine geçti. İkinci yol, M-4’ün kontrolünü ise Rusya yine Türkiye’ye bırakmadı. Türk-Rus devriyesi diye bir sistem kurulup, Türkiye İdlib’de yıllarca destek verdiği bölgede yaşayanlar nezdinde “Rus işbirlikçisi” haline getirildi.

“MAVİ VATAN” DİYE DİYE…

Şimdilerde yine sloganvari bir dış politika hamlesi ile, “mavi vatan” diye diye elini Libya’ya uzatmış durumda AKP hükümeti. Slogan iyi; çünkü Türkiye’de AKP’ye hiç oy vermemiş, ama kendini “ulusalcı” addeden grupların da hoşuna gidiyor. İşin içinde “vatan” var çünkü.

Ama uygulamaya bakınca durum çok farklı;

“Mavi vatan” sloganının şemsiyesi altında AKP hükümeti Trablus’taki Müslüman Kardeşler bağlantılı Sarraç hükümetine tüm gücüyle destek veriyor. Gerekçe, Sarraç ile imzalanan -Libya’da alamayacağı parlamento onayına ihtiyaç kalmasın diye de mutabakat zaptı olarak hazırlanan- deniz yetki alanlarının sınırlandırılması belgesi.

Bu belgeye göre Türkiye ile Libya Akdeniz’i kendi sınırları uyarınca “paylaşmış” durumdalar.

Ancak AKP hükümetinin diplomasiyi hiç denemeden, adeta yalın kılıç Libya meselesine dalması, Doğu Akdeniz ile hiç ilgisi olmayan ülkeleri, Fransa’yı, Birleşik Arap Emirliklerini, hatta -Suriye üzerinden- Rusya’yı da doğu Akdeniz denklemine soktu.

Doğu Akdeniz’de, Türkiye’nin gerçek “mavi vatanının” olduğu bölgede,  çıkarların çatıştığı bir Yunanistan-Kıbrıslı Rumlar varken, şimdi ilgili/ilgisiz pek çok ülke- Filistin bile- Türkiye’nin karşısındaki cephede.

Yani “Mavi vatan” konsepti altında çıkılan Libya seferi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki haklı davasını tehdit eder hale gelmiş durumda.

Bitmedi;

İşin kötüsü, AKP’nin mutabakat zaptı imzaladığı Sarraç hükümeti  Libya’nın doğusunu kontrol ediyor. Türkiye’ye coğrafi olarak daha yakın Batı bölümünü ise Rusya’nın, Fransa’nın, Mısır’ın desteklediği Tobruk’taki parlamento başkanı Agila Salih ve onun “askeri komutanı” Hafter’in kontrolü altında.

Şimdilerde “ateşkes olsun, diplomatik görüşmeler başlasın” çabalarına karşı çıkan taraf, “Sirte’yi de isterim, Cufra olmadan olmaz” diyen Sarraç hükümeti.

Sirte Libya’nın petrol üretimini açısından kilit nokta. Cufra ise, halen Rus savaş uçaklarının konuşlandığı üssün bulunduğu yer.

İş inatlaşmaya giderse, ateşkes olmaz ve diplomasi kanalı çalıştırılmazsa, Libya’nın ikiye bölünmesi bile gündeme gelebilir.

Acaba Ankara’da kimse, “Libya bölünürse, bizim deniz yetki sınırlama mutabakatı ne olur” diye düşünür mü ki?

Sorsak “vatan haini” ilan ediliriz, sormasak içimize sinmez…

Tıpkı “başkanlık sistemi” adı altında oradan oraya savrulan Türkiye gibi, biz de savurulup duruyoruz işte…

Kaynak: Sözcü