Vatan Caddesi’nde bir otelde kalmadan casus sayılabilirsiniz

Bu yazıya en çok Fetullahçılar sevinmeyecek ya da bu olay Fettullahçıların ekmeğine yağ sürmeyecek, hatta boşuna bakmayın sosyal medyada Fetullahçılar ne diyecek diye, bu yazının onlarla ilgisi yok. Tıpkı Barışlar’ın FETÖ mücadelesinde önemli rol oynamaları ile tahliye olmaları gerekliliği arasındaki ilişki gibi. Buraya sonra geleceğim ama önce biraz geriye gidelim;</p>

Adalet Bakanı, kurdele kesilen açılış törenlerini aratmayan bir organizasyonla yargı reformunu tanıtalı çok olmadı. İlgili kanunun genel gerekçesinde “Hak ve özgürlüklerin daha etkin korunması, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının geliştirilmesi, hukuki güvenliğin güçlendirilmesi, adalete erişimin kolaylaştırılması, makul sürede yargılanma hakkının gözetilmesi, yargıya güvenin artırılması ve insan odaklı hizmet anlayışının geliştirilmesi” ifadeleri yer aldı.

Lansmanı yapılan birinci yargı paketinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne vurgu yapılarak yer verilen “soruşturma evresinde tutukluluk iki seneyi aşamaz” hükmü, daha ilk örnekte uygulanmadı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin derhal tahliye et dediği ancak yargımızın derhal tutukladığı Osman Kavala, soruşturma aşamasında iki seneyi aşkın süredir tutuklu kalmaya devam etti. Kısaca yargımız, formunu hiçbir şekilde kaybetmedi, aynen korudu.

Tutmayan bir filmin ikincisinin çekilmesi gibi, ikinci yargı reformu kanunlaşma çabasındaydı ki, Odatv operasyonu yapıldı. Önce Barış Terkoğlu tutuklandı. Sonra Odatv’ye erişim engellendi. Yargımız, usul ekonomisi yaparak, tutuklama kararındaki Barış’ı paranteze alıp başına iki koydu, Barış Pehlivan’ı tutukladı.

KULLANIŞLI SUÇLAR

Sonra salgın da bahane edilerek apar topar ikinci yargı reformu yasalaşacaktı ki, gecenin üçünde MİT Kanunu’na karşı işlenen suçlar kapsam dışında bırakıldı. Barışlar’ın siyaset eliyle, yani yasama faaliyetiyle tahliye edilmesi engellendi. Siyaset ve yargı arasındaki ilişkinin belki de en masumuydu. Oysa yargının siyasete hayat arkadaşlığı yaptığı zamanlarda siyaset kurgulamaz sadece ister, yargı kurgusunu da kendi yapardı. Siyaset birilerinin tutuklanmasını ister ise, bu haberi güvercinden daha büyük haber kuşları vasıtasıyla yargıya iletir, yargı da genelde terör örgütüne üye olmak ya da örgüte üye olmamakla beraber yardım etmek suçundan tutuklardı. Kadri Gürsel bile FETÖ’ye yardım etme suçundan tutuklandı bu ülkede. Genelkurmay Başkanının terör örgütü kurmak ve yönetmek suçundan tutuklanmasını da unutmayalım.

Kısaca örgüte yardım etme, örgüte üye olma gibi suçlar kullanışlı suçlardı. Telefonların baz istasyonunun çakışması tutuklama kararı için fazlasıyla yeterliydi. Vatan Caddesi’ndeki otelde bir gece konaklasınız tüm emniyet teşkilatıyla irtibatlı, Silivri Cezaevi’nin otoparkında bir gün geçirirseniz ne kadar tutuklu, hükümlü varsa yakınlarıyla irtibatlı çıkmanız, böylelikle Türkiye’nin yakın tarihinde yer alan tüm terör örgütlerine yardım etmekten tutuklanmanız mümkündü.

Böylesine bir madenden yargı neden uzaklaştı anlayabilmek mümkün değil. Hem senelerce cezaevinde tutabiliyor hem de iddianame yazması kolay. Önce terör örgütüyle alakalı onlarca sayfa kopyala yapıştır, sonra da tek bir paragraf  şüpheli kişinin HTS kayıtları…

Bugünün modası ise devlet sırları… Osman Kavala hakkında son tutuklama kararının devlet sırlarına karşı işlenen suçlardan olması garip. Çünkü casusluk suçu, örgüt suçları gibi soyut ifadelerle itham edebileceğiniz ya da baz istasyonu çakışmasıyla kendinizce delillendirebileceğiniz bir suç değil. Her şeyden önce bir devlet sırrına ihtiyacınız var. Hele bir de elinizde devlet sırlarına erişimi olan bir kamu personeli şüpheliniz yoksa ister istemez bu sırrın ne olduğunu ve nasıl elde edildiğini anlatmanız gerekecek. Casusluk faaliyetinin en çok gündeme geldiği ikinci dünya savaşı sonrası soğuk savaş döneminde bile casusluk yargılamalarının bir elin parmaklarını geçmediği düşünülürse, olmayan bir casusluk faaliyetinin nasıl iddianameye yazılacağı merak konusu. Ama asıl tehlikeli olan devlet sırlarıyla ilgili böyle zayıf suçlamaların devletin itibarını hiçe sayması. Bu kadar casusun kol gezdiği, hiçbir sırrına sahip çıkamayan bir devlet olabilir mi? Devlet organizasyonu bu kadar aşağılanabilir mi?

Barışlar’ın olayına dönersek; MİT Kanunu’na muhalefetten tutuklandıktan ve yargı reformunda bu suç kapsam dışı bırakıldıktan sonra Barışlar’ın iddianamesi çıktı. İddianamede MİT Kanunu’na muhalefete ilişkin suçlamanın yanına devlet sırlarının ifşasına ilişkin suçlama da eklenmiş. İddianame pek örneği olmayacak şekilde hem Başsavcı hem Başsavcı vekili tarafından imzalanmış. Kısaca İddianameye İstanbul Adalet Sarayı sahip çıkmış. İddianamede MİT Kanunu’na muhalefet iddiasının yanında neymiş ifşa edilen devlet sırrı diye aradım, bulamadım. Benim ayıbım, koca İstanbul Adliyesi, Başsavcısından Başsavcı Vekiline, İstanbul Adliyesi yetkili, Ağır Ceza Mahkemesi de görevli olsun diye bu suçlamayı ekleyecek değildir herhalde.

SİNECEK, SUSACAK DEĞİLLER ELBET

Gelelim yazının başındaki konuya; “Dün bir çetenin koynundan, bugün başka bir çetenin koynuna girmeyen” Terkoğlu ile “korkuyu görmek için boşuna baktığınız” Pehlivan bu asılsız suçlamayla sinecek, susacak değil elbet ancak anlayamadığım bir kampanya var. Bu tutuklamalar en çok FETÖcüleri sevindirir, bu tutuklamalar en çok FETÖ ile mücadeleye zarar verir kampanyası. Barışlar’ın benim göremediğim bir suçu mu var da başka şekilde onları savunmaya gayret ediliyor. Ya da Barışlar FETÖ ile mücadele ettiği için mi tutuklanmamalı? Bu gazeteciler hangi sırrı ifşa etmiş, hangi suçu işlemiş? İnsanların bugün suçlanmalarına FETÖ ile ne kadar mücadele ettiğine göre mi karar verilecek? Çok yanlış bir algı yönetimi yapılıyor; sanki Barışlar bir suç işledi ama FETÖ ile mücadele ediyorlar, görmezden gelelim gibi bir anlayış ortaya çıkıyor. Bu beni tutuklanmalarından bile daha çok rahatsız ediyor. Artık İddianame de çıktı bırakalım artık Barışlar’ın FETÖ’ye karşı savaşmalarını, İddianamede yer almayan devlet sırrına, ifşa edilmemiş ifşaya bakalım. Kuş aramaya çıkan kafese odaklanalım.

Yapılan iki yargı reformunu ve yargıda olanları görünce üçüncüyü yapacaklar diye endişeleniyorum. Kaldı ki ülkede var olan iklim ile değil reform, rönesans yapsalar yargı ölü doğar. Kucaklarında tutacakları merhuma ilişkin ise söylenebilecek tek şey olur, Allah taksiratını affetsin.

Yargı siyaset ilişkisinde ise zamanın neler getireceğini görebilmek ya da bilebilmek mümkün değil. Sadece tahminde bulunulabilir. Bu tahmin, daha önce neler olduğuna bakarak ancak temellendirilebilir. Zekeriya Öz, Başbakan’ın zırhlı Mercedes’i ile turlarken, bir gün şapka ile yüzünü gizleyerek ve sahte kimlik kullanarak, Sarp Sınır Kapısı’ndan Gürcistan’a kaçacağının hayalini kurmuyordu eminim. José Saramago’nun körlüğünden görmesine geçerken okuduğumuz gibi “Eğer biri yanılır da diğeri düzeltmezse, hata iki tarafındır”. Zamanı gelince bu ağır tahrifatın hatta yıkımın bedelini beraberce öderler.

Son olarak, siyaset çıkmasınlar ister ve yargı da yeni suç üretme çabasına girerse; akıl vermek gibi olmasın ama Türk Ceza Kanunu’nda atfedilebilecek tek bir suç var, TCK 291, başkasının yerine cezaevine girme suçu…

İlkay Koyuncu / Avukat

Odatv.com

<br/>

116 Bu habere tepkiniz:

<p> </p>

Kaynak: OdaTV