AB Türkiye’nin PKK/YPG’nin terör koridoru oluşturmasını engellemek amacıyla Suriye’nin kuzeyinde başlattığı askeri operasyonlara da karşı çıktı. Barış Pınarı harekâtının başladığı ilk gün açıklama yapan AB yöneticileri, operasyona karşı olduklarını açıkça vurguladı. AP’de Türkiye’ye karşı alınan kınama kararında da “YPG’nin DEAŞ ile mücadeleye büyük katkı sağladığı” vurgusu ve Türkiye’ye yaptırım uygulanması çağrısı dikkati çekti. Brüksel’de PKK çadırı kurmalarına göz yumulan terör örgütü sempatizanlarının AP’de terörist başı Abdullah Öcalan resimlerinden oluşan sergi açmasına da izin verildi. PKK lobisinin Avrupa ülkelerindeki etkinliğinin yanı sıra, bu ülkelerde PKK’ya yardımlar toplandığı ve eylemlerinin finanse edildiği de uzun yıllardır bilinen bir gerçek.
AB’ye göre FETÖ terör örgütü değil
AB’nin FETÖ konusundaki tutumu, ilişkilerin gerilmesine neden olan bir diğer önemli faktör. Türkiye 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında FETÖ’nün olduğu konusunda ikna edici kanıtlar sunsa da, AB yönetimi her fırsatta hukukun ve demokrasinin korunmasına vurgu yaptı ve darbe girişimine karşı gereken demokratik tepkiyi göstermedi. Öyle ki darbe girişimini kınamakla yetinen AB, örgütün üye ülkelerdeki faaliyetlerinin engellenmesi konusunda da gerekeni yapmadı. Hatta darbe girişimi sonrası süreçte Avrupalı liderlerin Türkiye’ye gelmekten uzun süre imtina ettiğini hatırlamak gerekir.
Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi, darbe girişiminden sonra Türkiye’den kaçan FETÖ üyelerinin yeni adresi oldu. Türkiye bu ülkelerden FETÖ üyelerinin iadesini istese de muhataplardan destek göremedi. FETÖ uzantısı dernek ve kuruluşların faaliyetlerine izin veren üye ülkeler, FETÖ’yü Avrupa’da bir terör örgütü değil, sivil toplum kuruluşu olarak görüyor. Nitekim Türkiye’nin beklentilerinin aksine, 2017’de AB Terörle Mücadele Koordinatörü Gilles de Kerchove’nin AB’nin FETÖ’yü terör örgütü olarak görmediğini belirtmesi, bu durumun açık bir ifadesi oldu.
İlişkiler Suriye ve Kıbrıs konularında tıkanıyor
AB yaklaşık on yıldır devam eden Suriye savaşının yol açtığı göç ve terörizm gibi sorunları çözmekte yetersiz kalırken Türkiye’ye mülteci meselesinde verdiği vaatleri de tam olarak tutmadı. Türkiye’nin mülteci yükünü paylaşmakta yetersiz kalan AB, 2016 yılında vermeyi taahhüt ettiği 6 milyar avronun sadece yarısını gönderdi. Türkiye ise halen yaklaşık 4 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapıyor. Ayrıca Suriye’deki savaşın tetiklediği düzensiz göç ve Avrupa’ya yayılan terör saldırıları aşırı sağın yükselişte olduğu Avrupa siyasetini de olumsuz yönde etkiledi. Suriye’ye yönelik ortak kararlar almakta zorlanan AB, göç meselesinde maddi yardımın sorunları çözebileceği yanılgısını halen sürdürüyor.
Son dönemde Türkiye-AB ilişkilerinde bir diğer tıkanıklık noktası ise Kıbrıs meselesinde AB’nin “çözümsüzlük” odaklı bir yaklaşım benimsemesi. 2004’te Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) birliğe üye olmasıyla beraber Kıbrıs meselesinde taraf haline gelen AB, Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve GKRY’nin yayılmacı politikalarına engel olmadığı gibi, Türkiye’nin bölgedeki yeraltı zenginliklerinin ortak paylaşımı vurgusunu ve Kıbrıs meselesinde çözüm odaklı yaklaşımını görmezden geliyor. Türkiye ise Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun her fırsatta belirttiği üzere, Doğu Akdeniz’de çözümün taraf tutmaktan değil, birlikte çalışmaktan ve diyalog kurmaktan geçtiğini vurguluyor. AB yönetiminin GKRY ve Yunanistan yanlısı tutumu ise çözüm yerine sadece sorun üretiyor.
Güçlü ve etkin iş birliği yeniden tesis edilebilir
Türkiye ve AB’nin benzer şekilde yaklaştığı ve ortaklaşa çalıştığı birçok alan da var. İran’la nükleer müzakereler sürecinde aktif rol oynayan iki taraf, ABD Başkanı Donald Trump’ın rafa kaldırmasına rağmen nükleer anlaşmanın korunması ve İran’la diyaloğa devam edilmesinden yana. Suriye meselesinde AB her ne kadar aksiyon üretmekte zorlansa da, ülkenin terör örgütlerinden arındırılarak istikrara kavuşturulması konusunda Türkiye ile hemfikir. Taraflar aynı şekilde Kırım’ın Rusya tarafından ilhakını tanımadığı gibi, Filistin sorununda iki devletli çözümün sağlanması ve Filistinlilerin haklarının korunması konusunda uzun süredir aynı yaklaşıma sahip. Ankara ve Brüksel ABD ve İsrail’in Kudüs’ü başkent yapma kararını tanımadığı gibi, Filistin’in bağımsızlığının tanınmadığı bir barış planına da karşı çıkıyorlar.
Uluslararası sistemde tercihini Batı’dan yana kullanan ve yaklaşık 200 yıldır Batı ile ilişkilerini sürdüren Türkiye’nin, 2005 yılında AB ile başlattığı tam üyelik müzakereleri ilişkileri ileri boyuta taşıdı. Batı merkezli birçok güvenlik, siyaset ve ekonomi temelli örgüt ve kuruma üye olan Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde son dönemde sorunlar yaşanıyor. Ankara Suriye’deki iç savaşla başlayan ve 15 Temmuz darbe girişimiyle devam eden sürecin, Türkiye’nin güvenlik ekseni ve iç siyasetinde meydana getirdiği değişiklikleri AB’nin anlayamadığını ya da anlamazdan geldiğini, Brüksel’deki muhataplarından PKK ve FETÖ ile mücadelede yeterli destek ve anlayış görmediğini vurguluyor. Bunun yanında, bu iki terör örgütünün temsilcilerinin AB kurumlarında muhatap kabul edilmesi, Türkiye’nin AB ile yaşadığı güven bunalımını derinleştiriyor. Buna rağmen, AB ile farklı alanlardaki ilişkilerini geliştirmek, tam üyeliği sağlamak, Kıbrıs ve Suriye gibi birçok alanda müşterek çalışmak istediğini belirten Türkiye, ilişkilerin giderek kötüleşmesinin ardından Avrupa Birliği Bakanlığı’nı kaldırarak Dışişleri Bakanlığı çatısı altında bir başkanlığa dönüştürdü. Bu durum Türkiye’nin AB’ye vazgeçilmez olmadığını hatırlattığı şeklinde yorumlandı.
Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin asimetrik kalması da taraflar arasındaki ihtilaflı meselelerin çözümünde engel teşkil ediyor. Türkiye son dönemde yaptığı atılımlarla Orta Doğu ve Balkanlar başta olmak üzere kendi bölgesinde önemli bir güce dönüşürken, AB’nin bu gerçekliği göz ardı etmesi ve Türkiye’yi yalnızca bir aday ülke olarak görmesi Ankara’nın rahatsızlığını derinleştiriyor. AB son olarak Balkan ülkelerinin birliğe katılımı konusunda müzakere sürecinin önünü açmak için genişleme kurallarında bazı değişikliklere gitmeye hazırlandığını duyururken Türkiye’nin yaklaşık 15 senedir süren adaylık sürecinde Fransa ve GKRY gibi ülkelerin fasılların açılmasına engel olması, bir yandan AB’nin çelişkili politikalarına örnek teşkil ederken, diğer yandan ilişkilerin geldiği son noktanın şaşırtıcı olmadığını da gösteriyor.
İlişkilerin geliştirilmesi AB’nin çıkarına
Tüm bunlara rağmen, taraflar arasındaki ilişkilerin tamamen kopacağını ve yol ayrımına gidileceğini düşünmek de mantıklı görünmüyor. Brüksel ile Ankara arasındaki ilişkilerin korunması en başta Avrupa’nın güvenliğine ve istikrarına katkı sağlamakta. Türkiye halihazırda AB’nin doğu ve güney sınırlarının güvenliğinde kilit öneme sahip bir ortak ve düzensiz göçle mücadele, terörizm gibi birçok tehdide karşı Avrupa’nın korunmasında önemli rol oynuyor. Bu açıdan AB’nin güvenliğine zarar verebilecek birçok bölge ve soruna karşı Türkiye’nin hem yumuşak hem de sert gücüyle desteklenen varlığının bir denge oluşturduğu söylenebilir.
Ek olarak, Türkiye ile AB arasında ekonomik açıdan da güçlü bağlar var. İlişkilerin korunması ve geliştirilmesinde her iki taraf için de ortak çıkar ve menfaatler söz konusu. Zira Türkiye ve AB’nin birbirleri için önemli ekonomik pazarlar olduğu gerçeği, ilişkilerin korunmasını teşvik ediyor. Öyle ki ihracatının yüzde 50’sini Avrupa ülkelerine yapan Türkiye, AB’nin de 5’inci büyük ekonomik ortağı ve birlik üyesi ülkeler için cazip bir pazar durumunda. Bu açıdan, iki taraf arasındaki işbirliğinin devam edeceği aşikar şekilde görünüyor.
Sonuç olarak, Türkiye-AB ilişkilerinin son dönemde giderek kırılganlaştığı ve karşılıklı güven ilişkisinin epey zedelendiği görülmesine rağmen, bu durum tarafların birbirinden vazgeçeceği anlamına gelmiyor. Son dönemde Brüksel ve Ankara için ilişkiler taraflar açısından kırmızı çizgiler olarak belirtilen konular üzerinden kırılganlaştı, fakat taraflar arasında uzun yıllar içinde tesis edilen bağların kolay kolay koparılmayacağı tahmin edilebilir. Uluslararası sistemde belirsizliklerin arttığı son dönemde, İngiltere’nin birlikten ayrılması, Suriye’de istikrarsızlığın sürmesi ve Rusya’nın kendisine Orta Doğu ve Balkanlar’da alan açması gibi zorluklar, AB’nin Türkiye’yle ilişkilerini koparacağı yönündeki düşünceleri boşa çıkarabilir. Küresel bir güç olma düşüncesindeki AB’nin, Türkiye gibi askeri, ekonomik ve kültürel alanlarda bölgesel bir güçle çalışmaması ise en çok birliğin uluslararası siyasette gelecekte üstlenmek istediği role zarar verecektir.