Ok yaydan çıktı… Davutoğlu sonunu getirmeli

Biz bu ülkede birlikte yaşamaya mecbur değil, mahkûmuz; mahkûm! Dilime pelesenk ettiğim bir cümledir bu. Ne zaman ideolojik bir ötekileştirme ile karşılaşsam, derhal bu itirazı yaparım.

Buna hep inanarak ve hep umutla baktım. Ta ki Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun Akit TV’deki programını izleyinceye dek. Programa gazeteci sıfatıyla katılan Ali İhsan Karahasanoğlu ile moderatör Fatin Dağıstanlı’nın konuk ettikleri Davutoğlu’na karşı sergiledikleri tavrı görünce içimden şöyle geçirdim: “Kendi mahallesinin sembolist bir seçkinine bu muameleyi reva gören, karşı mahalleliye neler yapmaz ki!” Ürkmedim dersem yalan olur. Bir an bu “mahkûmiyet” fikrinin ağırlığını kaldıramadım. Çünkü “mecburiyet” bir yere kadar; ama “mahkûmiyet” farklı bir şey. Davutoğlu’nun tabiriyle “diliyle beyni arasında sağlam bir ilişki” kuramayan bir şahısla aynı hücrede bir ömür geçirme ihtimalini bir düşünün!

Aslında moderatörün tavrına bakıldığında bunun bir tartışma programı olmadığı gayet açıktı. Bu durumu maalesef Ahmet Davutoğlu çok geç fark etti. Programa devam ederek, önceden kurgulanmış bir provokasyona adeta yeşil ışık yakmış oldu. Zira bu saygısızlık, seviyesizlik ve adap ötesi bir şeydi. Aynı tavrı dönemin muktedirlerine göstermeye cesareti bulunmayanların bu hareketi başka türlü nasıl izah edilebilir!

Doğal olarak programın provokatif yönü ağır basınca, esasa ilişkin bazı söylemler de bir sinema şeridi hızıyla geçti gitti! Mesela MİT raporuna rağmen birçok darbeci albay, general ve amiralin 2015 YAŞ kararlarıyla terfi ettirilmesi gibi affedilemeyecek önemli bir hadise…

Ancak bu çok da yeni bir şey değildi. Yıllardır hep yazıldı, çizildi. Bunu en güzel kavramlaştıranlardan biri de aynı zamanda sınıf arkadaşım olan Emekli Kurmay Albay Mustafa Önsel oldu: “Ağacın Kurdu”. Başlangıçta iddialı bir kitap adı olmaktan öteye geçmeyen bu kavram, 15 Temmuz kalkışması ile vücut buldu. Başarısız bir darbe girişimi sonrası kitapta isimleri zikredilen birçok kurt ve kurtçukların bir bir döküldüğüne şahit olduk. Mustafa Önsel’in ise bunun karşılığında “orduevlerine giriş yasağı” ile ödüllendirildiğini (!) belirtmeden geçmeyeyim.

Davutoğlu’nun söylemi ise buna farklı bir boyut getirdi. Dönemin başbakanı olarak bu “kurt ve kurtçukların” birileri tarafından aleni olarak beslendiğini iddia etti. Hem de ana kurtlardan eski General Mehmet Dişli’nin ismini zikrederek. Bununla da kalmadı; dönemin MİT Müsteşarı’nı şahit gösterdi.

Bu aşamadan sonra bu konunun üstüne ölü toprağı serpmek, darbeyle mücadeleyi yalanlamak demektir. Çünkü olayın iki boyutu söz konusudur: Biri siyasi, diğeri hukukidir. Siyasi olanı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, hukuki boyutu ise yargının etki alanındadır.

Ne demişti Sayın Davutoğlu? Tekrar okuyalım:

“2015 YAŞ’ına giderken MİT Müsteşarı titiz bir çalışma ile liste sundu. Bunların tasfiyesini iki kademeli olarak yapalım dedik. O dönem Sayın Hulusi Akar ve Sayın Cumhurbaşkanımızla bir araya gelerek bunların iki kademeli tasfiyesini öne aldık. Bir grubu şimdi, diğer grubu sonra… Mesela Mehmet Dişli’nin kesinlikle emekliye sevk edilmesi konusunda ben de, MİT Müsteşarı da çok ısrarcı olduk. Bunu MİT’ten gelen bir rapor üzerine söyledim. Ve son geceye kadar da Dişli’nin emekliye sevki söz konusuydu. Son gece kanaat değişti. Ama bu kanaat benim sebebimle değişmedi.”

İHBAR NİTELİĞİNDE

Bu ifadeler gerek TBMM, gerekse Cumhuriyet Başsavcılıkları nezdinde bir ihbar niteliğindedir. Bunun gereğini yerine getirmemek birtakım siyasi ve cezai sonuçlar doğurur. Mesela kararlı bir duruşu son gece kim etkiledi? MİT raporunu bile kaldırıp rafa atacak kadar etkisi olan kim veya kimlerdi? Onlarla yasa önünde hesaplaşıldı mı?

Ayrıca Sayın Davutoğlu bu ifadesini açmak zorundadır. “Bu devlet şeyi… Girmek istemem detayına.” demek kaçak güreşmektir. Ok yaydan çıkmıştır bir kere. Kaldı ki, kendisi “Gelecek” vadeden bir parti lideri olduğu iddiasındadır. Gerçeklerin üstü örtülerek geleceğe varılmaz. Koskoca bir devlete çöreklenmiş silahlı bir örgüt ve uzantılarını deşifre etmek, bir devlet sırrı olamaz. Gereği neyse yerine getirilmelidir. Üstelik bu terfilerin, rızası hilafına olduğunu iddia etmektedir. Gelinen noktada bunun bu şeklide kapatılması kendisini de zan altında bırakacaktır.

Cumhuriyet savcılıklarının başlatacağı soruşturmalar bir yana, dönemin aktörleri de bu konuda harekete geçmek zorundadırlar.

Nerede bu örgütün ana aktörleri? Hâlihazırda sosyal medyada gözümüzün içerisine baka baka gündem belirliyorlar. Maalesef Tümamiral Cihat Yaycı’nın gideceğini bile onlardan öğreniyoruz. Bu rahat tavırlarının arkasında yatan nedir? Sizin devlet sırrı dediğiniz şeyi sakın onlar “koruma kalkanı” olarak kullanmasın! Düşünsenize, Adil Öksüz denen adam elini kolunu sallayarak kaçırıldı. Hem de darbeyi önceden haber alan MİT’e rağmen. Hala kendisinden bir haber yok. Sadece kayınpederini yargılamakla mı bu işi çözeceksiniz?

Efendiler, askeri okulları kapatarak, buradaki öğrencileri yaşına kurusuna bakmadan atarak, emir komuta ilişkisinin ağırlığı altında kışladan kandırılarak çıkarılan bazı erbaş ve erleri müebbet hapisle yargılayarak darbeyle hesaplaşılmaz! Bu bir vebaldir; hem sahipsiz Anadolu çocukları hem de şehit edilen 248 vatandaşımız yönünden.

Bu vebalin ne denli büyük olduğunu en çok da inananların bilmesi gerekmez mi?

Eğer gerçek inananlardansanız, “Ey İman edenler,” koyun ellerinizi artık taşın altına!

Silivri’nin müdavimleri Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu ile gazeteciler Hülya Kılınç ve Murat Ağırel’in buruk geçecek bayramları şimdiden kutlu ve mübarek olsun!

Ramazan Bulut

Odatv.com

<br/>

1,148 Bu habere tepkiniz:

Kaynak: OdaTV