Meslek odalarına yer yok

Değerli Okurlar; korona azalıyor, artıyor, Baro Başkanları tartaklanıyor, TV’ler karartılıyor, sendikalar sokaklarda lafları sürerken artık öyle bir hale gelindi ki gündemi de takip edemez olduk. Yaşananlar toplumu gerdikçe, geriyor. Dünyanın kıskandığı Türkiye’de, Avukatlar, bırakın Milletin Meclisi’ne girmeyi, Ankara’ya dahi giremiyor, tartaklanıyor ve Meclis duvarı önünde yatıya kalıyorlar. Hukuk adına, Demokrasi adına yapılıyor eylemler. Rahmetli Demirel’in “kendim için bir şey istiyorsam namertim” sözü boşuna söylenmemiş. Barolar kendileri için bir şey istemiyorlar.

“HUKUK” diyorlar!

Ülkem öyle bir hale geldi ki artık bu olaylar yöneticilere göre doğal oldu. Korona, dünya ile birlikte bizim de canımızı yakıyor. Gelin görün ki, Doktorların Barosu, TTB, Korona Bilimsel Kurulu’na alınmıyor.

Değerli Okurlar; ben yazı yazmak için oturduğumda radyoda devamlı Türk Sanat Müziği dinlerim. Bu satırları sizlerle paylaşma hazırlığında iken, radyo da bir şarkı ile irkildim ve sonuna kadar da dinledim. Çok duygulandım. Bu denli güzel bir şarkının mutlak yaşanmış bir öyküsü vardır diye düşündüm ve araştırdım. Şimdi bu şarkının öyküsü ve sözlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Faruk Nafiz Çamlıbel, iki çocuğunun annesi Azize Hanım hastalanınca, tanıdığı olan kadın doğum doktoru Alaeddin Yavaşça’ya danışır. Yavaşça, Şair ile eşini kendisinden daha tecrübeli olan hocasına götürür ve o doktor kanser teşhisini koyar.

Alaeddin Yavaşça’nın dilinden olay şöyledir :

“Faruk Nafiz Çamlıbel`i bilirsiniz. Gelmiş geçmiş şairlerin en büyüklerinden biridir Çamlıbel. Çok iyi, sevdiğim bir dostumdu benim. Yaşı elbette benden ileriydi ama saygı dolu bir ahbaplık vardı aramızda. Bir gün muayenehaneme geldi.

O zamanların çok meşhur ve yanına varmayı bırakın, randevu almak için bile ter dökülen bir genel cerrah hocamız vardı. Eşinin rahatsız olduğunu söyledi. O cerrah hocamıza göstermemiz için yardım talep etti.

Hocayı iyi tanıyordum. Aradım, söyledim yanına çağırdı bizi. Hanımefendiyi muayene etti. Sonra beni yanına çağırdı ve teşhisini söyledi:

“Alaeddin kardeşim, durum fena. Göğüsten başlamış tüm koltuk altını sarmış kanser. Mutlaka vücudun başka yerlerinde de metastaz yapmıştır. Bu hastayı hiçbir şekilde ameliyat etmek istemem. Hekim olarak yapacağımız, ilaçlar verip ömrünün son demlerini mümkün olduğunca ağrısız geçirmesini sağlamaktan ibarettir.”

Ben yıkıldım duyunca.
Nasıl söyleyeceğim ki bunu Faruk Nafiz Bey`e. Eşinin üzerine titreyen, ona delice sevdalı bir adam. Kırılgan, duygulu, şair bir adam. Nasıl derim, nasıl söylerim?

Ben, o dev şairin koluna girip; “Gel biraz yürüyelim üstat` dedim. Bin dereden bin su getirir gibi anlatabildim acı tabloyu ona.

Hiçbir şey söylemedi.
Çıt bile çıkarmadı gitti.
Yıkıldı ama bir süre sonra hanımefendi vefat edince geldi esas yıkımı…

Haftalar sonra yine geldi bana. Omuzları, avurtları çökmüş, gözleri kan çanağı bir halde…

Cebinden katlanmış bir kâğıt çıkartıp açtı, uzattı. “Bunu yazdım. Bestelersen sevinirim” dedi ve yine çıktı gitti…”

‘Artık Bu Solan Bahçede Bülbüllere Yer Yok.
Bir Yer ki Sevenle, Sevilenlerden Eser Yok.
Bezminde Kadeh Kırdığımız Sevgililer Yok.
Bir Yer ki Sevenle Sevilenlerden Eser Yok.”

Şarkının sözlerini okuyunca, inanıyorum ki sizde benimle gibi ülkem için aynı şeyleri düşündünüz.

SON SÖZ: “MESELELERİ, MESELE ETMEZSENİZ ORTADA MESELE KALMAZ.” SÜLEYMAN DEMİREL

Kaynak: Sözcü