Libya’da neler oluyor?

Ankara’da bu aralar en çok sorulan soru “Libya’da neler oluyor?”

Türkiye destekli Trablus güçlerinin, geçen ay, AKP hükümeti tarafından sağlanan insansız hava araçları sayesinde karşıt güçleri gerileletmesi üzerine, AKP çevreleri ve yandaş basın “zafer” çığlıkları atmaya başlamıştı.

Nitekim, İhvan/Müslüman Kardeşler bağlantılı Trablus hükümeti, Libya’nın kıyı şeridinin neredeyse tam ortasına denk gelen Sirte ile, Sirte’nin güneyinde, ülkenin orta bölgesinde yer alan Jufra Havaalanını “yeni hedef” olarak belirledi.

Ancak bu ay işler değişirmeye başladı;

Yandaş basının “başladı, başlayacak” diye duyurduğu, Trablus hükümet güçlerinin Sirte/Jufra seferi bir türlü başlayamadı.

Aksine, Trablus güçlerinin daha yeni ele geçirdiği Vatiyye üssüne de uçaklarla bir hava saldırısı düzenlendi.

VATİYYE SALDIRISINI KİM YAPTI?

İlginçtir, Vatiyye üssüne uçaklarla yapılan saldırı doğrulandı, ancak bunun kim tarafından yapıldığı-üzerinden günler geçmesine rağmen-açıklanmadı.
Bilinen, saldırının Fransız yapımı Mirage tipi savaş uçaklarıyla gerçekleştirilmiş olması.

Ama bunların Çad’daki Fransız üslerinden kalkan Fransız uçakları mı, yoksa Fransa’nın Birleşik Arap Emirlikleri’ne satmış olduğu ve son dönemde Mısır’da üslendikleri bilgileri gelen Mirage uçakları mı olduğu yolunda uluslararası basındaki tartışma sürüyor.

Her iki olasılık da mümkün. Çünkü AKP hükümetinin Müslüman Kardeşler bağlantılı Sarraç hükümetine verdiği askeri destek karşısında Fransa’yı, Rusya’yı, Mısır ve Birleşik Arap Emirliklerini biraraya getiren bir cephe oluştu.

Vatiyye saldırısında çok büyük bir kayıp yaşanmadı.

Bu nedenle de saldırı “mesaj amaçlı” olarak yorumlandı.

Verilen mesaj ise açık;

“Libya Türkiye’ye çok uzak. Mısır’ın ise komşusu….”

Trablus hükümeti Türkiye’nin sağladığı insansız hava araçları ile bugüne kadar bir ölçüde başarı kazandı. Ama artık iş SİHA’lardan çıkıp, savaş uçaklarına doğru ilerliyor.

Vatiyye saldırısı ile de, Türkiye’nin, Jufra ve Sirte’yi “kırmızı çizgi” ilan eden Mısır’la açık bir savaş içine girmesi, hava üstünlüğünün büyük ölçüde Mısır’ın içinde aldığı cephede olacağı mesajı verildi .

Türk savaş uçaklarının tanker uçaklar sayesinde Libya’ya kadar gidebildiği bilinmekle birlikte, bu teknoloji üstünlüğü Libya üzerinde hava kontrolü sağlayama yeter mi? Çok büyük soru işareti.

DENİZ CEPHESİNDE DE İŞLER KARIŞTI

Deniz cephesinde de durum pek farklı değil. Libya açıklarında Türk ve Fransız savaş gemileri arasında yaşanan gerginlik şimdilik “münferit bir olay” olarak kalmış görünüyor.

Ancak Fransa bu gerginlik sayesinde dikkatleri Libya’ya deniz üzerinden yapılabilecek her türlü askeri sevkiyat üzerine çekmiş oldu. Bundan sonra Akdeniz’de Libya açıklarında seyreden her gemi- ister savaş gemisi, ister kargo gemisi olsun- uluslararası camia tarafından daha yakından izlenecek.

Bu çerçevede NATO’nun 10 Haziran’daki Türkiye-Fransa gemi gerginliğinde ağırlığını Türkiye tarafına koymuş olması-yine yandaş basının aksettirdiğinin aksine- bir zafer değil, ancak çok kısa vadeli bir kazanım. Orta ve uzun vadede ise, Fransa bu gerginlikle dikkatleri o bölgeye çekmeyi, üstüne de Avrupa Birliği’ni de kendi hedefleri etrafında kenetlemeyi başardı.

ASKERİ OPERASYONUNUN FİNANSMANI NE OLACAK?

Libya konusundaki bir başka sıkıntılı konu ise, Türkiye’nin bu ülkedeki askeri operasyonun finansmanı.

AKP hükümetinin hesabının, operasyonun maliyetini Trablus hükümetine kesmek olduğu düşünülebilir. Libya’nın zengin petrol rezervleri düşünüldüğünde, ilk bakışta bu hesap mantıklı da geliyor.

Ancak Libya topraklarının sadece küçük bir kısmını kontrol edebilen Trablus hükümeti, özellikle petrol sahaları ve ihracatı konusunda mevcut durumda pek söz sahibi değil.

Sirte’nin önemi de işte burada ortaya çıkıyor. Çünkü Libya’nın Akdeniz’e bakan kıyısında tam ortaya düşen Sirte, zengin petrol yataklarının yer aldığı “petrol hilalinin” ana geçiş noktası.

Trablus yakınlarındaki Vatiyye üssünü ya da Trablus’un batısında kalan toprakları insansız hava araçlarıyla kolayca ele geçiren Sarraç hükümet birlikleri, iş Sirte ve hemen altındaki Jufra üssüne geldiğinde, sadece Fransa/Mısır/Birleşik Arap Emirlikleri’ni değil, bir de Rusya’yı karşısında buldu. Jufra hava üssünde halen 12 tane Rus yapımı savaş uçağının konuşlu olması, Sarraç hükümetine karşı savaşan Rus lejyoner şirketi Wagner’in silahlı adamlarını Jufra’ya yerleştirmesi bunun en büyük göstergesi.

Dolayısıyla, ne Sirte’nin, ne de Jufra’nın Sarraç güçlerinin eline geçmesi pek kolay değil.

Bu da, Türkiye’nin buradaki askeri masraflarının -en azından görünür bir gelecekte- Libya petrol ihracatından finanse edilemeyeceğini gösteriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Covid-19 salgını sonrasında ilk yurtdışı seyahatini Katar’a yapmasını bir de bu açıdan okumak gerek. Katar finansman boşluğunu doldurur mu, ne kadarını karşılar,  karşılığında ne bekler, bunlar hep soru işareti.

SAVAŞIN “MEŞRUİYETİ”

Libya’da bir de elbette çatışan tarafların “meşruiyeti” sorunu var;

AKP hükümeti, Sarraç hükümetine yönelik desteğini, bunun “BM tarafından tanınması” üzerinden meşrulaştırıyor. Libya’nın doğusunu kontrol eden güçlerin komutanı Hafter’i ise “darbeci general” tanımlamasıyla “gayrı meşru” ilan ediyor.

Ancak başlangıçta işe yarar gibi görülen bu tanımlamalar, özellikle Moskova’nın devreye girmesiyle gücünü kaybetmek üzere.

Çünkü perde gerisinden Rusya, açıktan ise Mısır, Hafter’i etkisizleştirip, yerine Tobruk’ta kurulu Libya parlamentosunun Başkanı Agila Salih’i öne çıkarmaya başladılar.

Bu, AKP hükümetinin “tek meşru güç Sarraç hükümeti” tezini de diplomatik arenada boşa çıkarmayı planlayan bir hamle; Çünkü tıpkı Sarraç’ın hükümeti gibi, Agila Salih’in başında olduğu parlamento da BM tarafından resmen tanınıyor. Bu da, Salih’i Sarraç hükümeti karşısında Hafter’e göre kesinlikle “daha meşru” bir hale getiriyor.

Üstelik, AKP hükümetinin Libya’da sadece Sarraç hükümetini tanıma, doğu güçlerininin tümden “yok sayma” eğilimine karşılık, gerek Moskova, gerekse Paris’ten yeni hamleler geliyor. AKP hükümetinin “tek tarafla iş yapma” eğilimine karşılık, hem Rusya, hem Fransa, her iki tarafla da temasa geçmiş durumda. Sarraç hükümetinin Moskova’ya gönderdiği heyet ile, Fransa Dışişleri Bakanı Le Drian’ın geçen hafta Sarraç’la yaptığı telefon görüşmesi bunun somut örnekleri.

Kısacası, AKP hükümeti dışında kimse Libya’da -deyim yerindeyse- yumurtalarını tek bir sepete koymuyor.

Bu da da Beştepe’deki Saray açısından, Libya macerasını daha da zorlu hale getiriyor.
LİBYA’NIN ACISI İDLİB’DEN ÇIKIYOR
İşin kötüsü, AKP hükümetinin Libya’da girdiği askeri maceranın maliyeti sadece Libya ile de sınırlı kalmıyor. Dolaylı etkileri, Suriye üzerinden Türkiye’yi vurmaya başladı bile

Şöyle ki;

Suriye’de yıllardır süren iç savaştan dolayı perişan haldeki halka uluslararası yardımlar iki yoldan iletiliyordu;

BM gibi, Dünya Sağlık Örgütü gibi, Kızılay ya da Kızılhaç gibi uluslararası örgütler ile sivil toplum kuruluşları, -ister muhalif, ister rejim yanlısı olsun- Suriye halkına yardımları ya Şam yönetimi üzerinden, ya da Türkiye üzerinden ulaştırıyordu. Türkiye üzerinden yapılan uluslararası yardımlar Suriye’ye iki kapı üzerinden, İdlib’e açılan Bab El Hava sınır kapısı ile Halep’in kuzeyine açılan Bab El Salam sınır kapılarından geçirilerek ulaştırılıyordu.

Ancak BM Güvenlik Konseyi’nde dün görüşülen, Bab el Hava ve Bab El Salam sınır kapılarının açık tutulmasına ilişkin karar tasarısı, Rusya ve Çin tarafından veto edildi.

Böylece bu iki kapı BM güvencesinde uluslararası yardıma kapatılmış oldu.

Peki bu veto ne anlama geliyor?

Rusya, Suriye’ye yapılacak tüm uluslararası yardımların Şam yönetimi üzerinden gerçekleştirilmesini istiyor. Bununla da Esad yönetimine, hangi yardımı kime, ne kadar vereceği, ya da kime hiç yardım ulaştırmayacağı konusunda müthiş bir güç sağlanması amaçlanıyor. Bu konuda Çin’in de tam desteğini almış durumda.

Nitekim, Rusya ve Çin’in vetosuyla, özellikle İdlib’e açılan Bab-el Hava kapısının kapatılması, bu bölgeye uluslararası yardım ulaştırılması konusundaki BM güvencesini ortadan kaldırıyor.

BM kurumları, uluslararası örgütler, sivil yardım kuruluşlarının çekilmesi ile de, güneyden Esad güçlerinin ablukası altında yaşayan İdlib’te milyonların açlıkla, fakirlikle, hatta şimdilerde Covid 19 pandemisiyle mücadelesinin sorumluluğu tek başına Türkiye’ye kalacak.

Bab-el Salam kapısının uluslararası yardıma kapatılması da keza, Türk Silahlı güçleri destekli grupların kontrolü altındaki Suriye’nin diğer bölgelerine de uluslararası yardım gelmesini imkansız hale getirecek.

Kısacası Ruslar, Libya’nın diyetini Suriye’den çıkaracak…

Kaynak: Sözcü